Yüklenirken Lütfen Bekleyiniz...

İKTİDAR TEORİSİ NEDİR?


Kaynakların kamu ve piyasa sektörleri arasında optimal dağılımı ve vergi yükünün toplumda adaletli bir şekilde bölünmesi için ortaya atılıp geliştirilmiş iki ana teoriden biridir. Diğeri istifade Teorisidir. Her ikisi de A. Smith'e dayandırılmakla beraber, esas itibariyle ikisi de ondan daha önceki filozoflar tarafından muhtelif şekillerde takdim edilmiş ve savunulmuştur. Daha gerçek olan husus, iki teorinin de A Smith tarafından öne sürülmüş olduğu değil, fakat A. Smith'in vergileme prensiplerinde bu iki teorinin de -fakat daha bariz olarak İktidar Teorisinin- yer almış bulunduğudur. İktidar Teorisi, organik devlet görüşünden hareket etmekte ve kamu harcamalarının fertlere sağladığı fayda île fertlerin bu harcamalara iştirakleri arasında direkt bir ilişki olmadığı fikrine dayanmaktadır. Diğer bir ifade ile fert kamu harcamalarından sağladığı yarardan bağımsız olarak bu harcamaların finansmanına katılmalıdır. Bu katılma ise ferdin iktidarı oranında olmalıdır. İktidar Teorisi çağımızda, ingiliz İktisatçısı A. C. Pigou tarafından geliştirilmiş bulunmaktadır. Bu yaklaşımda önce vergi mükellefiyetinin (tax liability) nin ne olduğu ve bunun neye dayandırılacağı araştırılmakta ve genellikle, devletin vatandaşlar üzerine vergi koyma hakkına sahip olduğu ve vatandaşların da, vergi ödemeye görevli bulundukları neticesine varılmaktadır. Böylece, vergi ile devlet hizmetlerinden sağlanan fayda arasında bir ilginin mevcut olduğu düşünülmemekte, vergi sadece devlete karşı yerine getirilmesi gereken müceret bir görev sayılmaktadır. Böyle olunca, verginin vatandaşlar arasında dağılışının ölçüsü olarak iktidarın (iktisadî gücün) alınması, tabiî bir netice olarak ortaya çıkmaktadır. Zira, teorinin savunucularına göre ancak iktidara oturtulduğu takdirdedir ki, vergiyi mükellefler arasında âdil bir şekilde dağıtmak imkânı olur. Burada âdil vergi dağılımından anlaşılan husus, vergi ödeyenlerin bu ödemeden dolayı uğradıkları fedakârlığın eşit olmasıdır. Yani iktisadî güçleri (iktidarları, ödeme güçleri) eşit olanların eşit vergi, iktisadî güçleri farklı olanların da -güç farklarını bozmayacak tarzda- farklı vergi ödemeleri gerekir. Bunların birincisine yatay eşitlik, ikincisine ise dikey eşitlik adı verilmektedir. Bu teoriye göre eşitlendirilmesi gereken fedakârlık, marjinal fedakârlıktır. Bu gayeye ulaşıldığı, yani mükelleflerin vergi ödemeden doğan fedakârlıkları eşitlendirilebildiği takdirde, toplum için de vergi yükünün, asgarî fedakârlık seviyesinde kalması sağlanmış olur. İktidar Teorisi, her aşamasında şaşmayan bir varsayıma dayanmaktadır. Bu varsayım, gelirin azalan marjinal fayda prensibi, yâni gelir arttıkça her ilâve birimin daha düşük bir fayda sağladığı görüşüdür. Bu itibarla, yüksek gelirli bir kimse tarafından ödenen bir verginin, düşük seviyede gelir sahibi bir kimsenin ödediği daha az bir vergiden daha çok fedakârlık doğurmayacağı kabul edilmektedir. Gelir arttıkça marjinal faydasının düştüğü, dolayısiyle, daha yüksek bir ödeme -fedakârlığa katlanma - gücünü temsil ettiği doğrudur. Ancak, faydanın düşüş hızı tespit edilemiyeceği gibi, her gelir sahibi için aynı hızda düştüğü de söylenemez. Bu sebepledir ki, aynı varsayıma dayanmalarına rağmen, teorinin bazı temsilcileri (J. S. MM) marjinal faydanın gelir artışı ile orantılı olarak düştüğünü iddia ederek düz orantılı (mütenasip) vergi tarifelerini savunduğu halde; daha sonraki iktisatçıların büyük bir kısmı (Pigou, Dalton) marjinal faydanın gelir artışından daha hızlı düştüğünü kabul etmekte, bundan dolayı da artan oranlı (müterakki) vergi tarifelerini âdil vergi yükü dağılımı için vaz geçilmez şart saymaktadır. Bu ikinci görüş kabul edilse bile, âdil vergi yükü dağılımı problemi yine de çözülmüş olmamaktadır. Zira müterakkiliğin prensip olarak haklılığının kabulü onun derecesini tayine kâfi gelmemektedir. Şahıslar arası fayda mukayesesi sözkonusu olamadığı için, müterakki tarifeleri iktisadî bir temele oturtmak ve keyfilikten -değer yargılarına göre düzenlenmekten- kurtarmak ta mümkün bulunmamaktadır. Buna rağmen iktidar Teorisi, vergileme prensiplerinin tesbifinde çağımızın hâkim yaklaşımını temsil etmektedir. Zira hem modern adalet anlayışına ve devlet - fert ilişkilerine daha uygun düşmekte, hem istifade teorisine nazaran uygulanması daha kolay bulunmaktadır. Belki sadece sınırlı bir alanda, meselâ devletin piyasa kurallarına göre üretim ve dağıtım yapması gereken işlerde, istifade yaklaşımının uygulanması, daha doğru ve kolay olabilir. İktidar yahut vergi ödeme gücü (iktisadî güç) esas itibariyle gelirle belirlenir. Bununla beraber, bazı servet unsurlarının gelir sağlamadığı ve kaynağı servet olan gelirin daha güçlü olduğu kabul edilmekte, dolayısıyle, iktidarın tespitinde gelirle birlikte servetin de göz önüne alınması gerekmektedir. Öte yandan, önce filozof Hobbes tarafından savunulan, çağımızda da Kafdor taralından geliştirilen bir görüş, iktidar ölçüsü olarak gelir ve servet yerine tüketim harcamalarının alınmasını savunmaktadır. Fakat genellikle uygulamada vergi ödeme gücünün ölçüsü olarak gelir ve servetin tercih edildiği görülmektedir. Almancası : Leistungsfâhigkeitsprinzip. Fransızcası : théorie de la capacité contributive. İngilizcesi : ability-to-pay approach. (Bk; İstifade Teorisi, vergi adaleti, vergileme prensipleri).